Reklam kod içeriği yüklenmemiş.
Reklam kod içeriği yüklenmemiş.

3 MAYIS MUHASEBESİ

GÜNDEM 03.05.2021 - 19:25, Güncelleme: 29.08.2022 - 15:26
 

3 MAYIS MUHASEBESİ

Tüm Türklüğün Türkçüler gününü tebrik ederim. Hüseyin Nihal Atsız ve mücadele arkadaşlarını saygı ve rahmetle yâd ediyorum.
Bu önemli gün vesileyle Türk milliyetçiliğinin bugün içinde bulunduğu durumla ilgili kısa bir değerlendirme, özeleştiri yapmak istiyorum. Bugün herkes “ağdalı sözlerle” birbirinden güzel sosyal medya görselleriyle Türkçüler gününü kutluyorlar, haklarıdır. Lakin bu kutlamaların hiçbirinde Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşlarının 1944 sürecindeki “muhalif duruşlarının” bugün için ne anlam ifade ettiği konusunda bir bilinç yok. Andımızın yasaklandığı, milli mücadele kahramanın isminin okullardan silindiği, Türk tarihiyle ilgili pek çok bilim dışı iddianın eğitim müfredatlarına doldurulduğu, ekonominin duvara dayandığı  bir süreçte milliyetçiler haricen de  olsa iktidardalar. Muhtemelen bugün yine Türkçüler gününü tarihsel bağlam ve anlamından kopuk olarak Milliyetçiler günü olarak kutlayacaklar. Türk milliyetçisi aydınlar, (diplomalılar, kariyerliler demek daha doğru aydın kavramının içeriğini yansıtacak isimler bir elin parmaklarını geçmez Milliyetçi camiada) sahada yoklar, ölü taklidi yapıyorlar adeta, sonra da sert şiirlerle Atsız’a öykünüyorlar. (Giden mektup, Gelen mektup, Bozkurtlar romanını okudun mu gardaş üzerinden) Ne kadar ciddiye alabiliriz? Hiçbir entelektüel tavrı ve duruşu yok. Yüzyılın başında Türk milliyetçiliği hareketi, üç kıtada çok büyük bir teori ve pratik aksiyon üretti. Bu sayede Britanya İmparatorluğu’nun ve Çarlık Rusya’sının çöküşünde önemli roller oynadı. Avrasya’nın temel dinamiklerini belirledi. Türkçülüğün partili tarihi 130 yıla ulaşmıştır. [ITC=İttihat ve Terakki Cemiyeti]1889 ‘dur. Bu cümleden olmak üzere, Müsavat Partisi öncülüğünde Kafkasya’da Mehmet Emin Resulzade önderliğinde örgütlenen Türk milliyetçileri 28 Mayıs 1918’da laik, demokratik esaslara bağlı olarak Doğu İslam ve Türk dünyasında ilk bağımsız Cumhuriyetini kurmuş oldular. 1912 Batı Trakya Türk Cumhuriyeti [kısa süreli bir diğer deneyimdir], 1923 Türkiye Cumhuriyeti keza aynı fikri entelektüel siyasi geleneğin, bu büyük tecrübe silsilesinin bir birikimidir. Bu fikri ve siyasi gelenek, 1905 yılında Türkistan’da başlayan Alaş Orda hareketi ve 1917-1920 yılları arasında eski Kazak cüzleri bir araya gelerek bağımsız “Alaş Orda Devleti”ni kurdular. Hükümet Başkanı, Alihan Bökeyhan, başkenti Semey olan bu devlet üç yıl yaşayabildi.  Yani popüler kültürde zannedildiği gibi Türkçülük ve Türk milliyetçiliği 1969’da MHP ile başlamadı. O zincirin en son halkasıdır. Türkiye’nin son 150 yılındaki bütün kazanımlarında, birikiminde, harcında Türk milliyetçilerinin emeği ve alın teri vardır. Bu anlamda Türkçülük yüzyılın başında hem kamucu ve halkçı, hem de sosyalist gelenekle çok yakından irtibatlıdır. Türkçülük içerisindeki ana eğilimlerden biri bu kanaldan gelir. Nitekim Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk de Türkçü  geleneğe bağlılığını çok çarpıcı bir biçimde ifade eder. “Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.”  Bu vesileyle 3 Mayıs Türkçüler gününü tebrik ediyorum. 3 Mayıs tarih içerisinde milli mefkûrenin ileri yürüyüşünün, mücadele geleneğinin önemli aşamalarından biridir. Yaşanmış ve etrafında yerli yabancı literatür oluşmuş milli hafızada yer edinmiş bir gün etrafında “şu günü bu günü” gibi garip polemikler oluşturmak doğru değildir. Buna kimsenin hak ve yetkisi yoktur. 150 yıllık milli mefkûre yolu kimsenin malı ve müktesebi değildir. Türk milliyetçiliği teori ve pratikte büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Akademik, entelektüel gelenek, sivil toplum ve siyasi kanat birbirinden alabildiğine uzaktadır. Oluşan bilgi ve düşünceler diğer siyasi geleneklerde olduğu gibi  pratiğe, siyasal alana yansımıyor. BUGÜN MİLLİYETÇİ  GELENEĞİNİN SİYASİ DİLİ YOK Milli cephenin siyasal tasavvuru ve bilinci 1969 öncesine taşamıyor [Osmanlı, Abdülhamit, kurt, kımız, kopuz, bir fotoğraf ve form olarak Türk dünyası, gibi mitik motifler hariç]. Soğuk savaşın dar dünyasında debeleniliyor. Yüzyılın başında üç kıtada üç devlet kuran yüzyılı şekillendiren milli demokratik, kamucu, kültür ve insan odaklı anlayışla eklemlenemiyor. Pozitif hukukun önemi konusunda bile tereddütler yaşayan, lâik olunmaktan örtük bir mahcubiyet duyan, NFK’dan, Ahmet Arvasi’den  milli bakış üretmeye meyyal, kış ortası Mekke fethi kutlamaya kadar savrulan bir tereddütler dünyası mevcut.  Türkiye ‘de yeni milli tabanın sosyolojik ve siyasal talepleri ile siyasal temsil kadrolarının yeknesaklığı, tutum ve dünyaları örtüşmüyor. Gayserili Hacı Amca’nın sohbet dünyasında, 1979’da Ocak’ da sert şekilde tokalaşmada donan, Ergenekon tablosuna milli bir romantizmle bağlı, cezaevi hatırlarından tefekkür üreten bir başka versiyonu yanıbaşında. 1980’de doğanlar 41 yaşında oysa.! Arvasi hocanın kavram, temellendirme ve sistem, çözümleme olmayan menakıp tadındaki nasihat ve öğütleri ancak ve ancak gençliği siyasal İslamcı kültür ve gelenek karşıtı başkalaşmadan koruyabilirdi, o işlevini yerine getirdi 2021’de size ahlaki ve irfani zenginlik dışında herhangi bir cevap veremez bunu görmek lazım/ görülemiyor o yapıda. Muhalif ve muvafık aynı bu konuda.  Yepyeni bir siyasal dile ihtiyaç var. MHP geleneğinin [bütünüyle] siyasi dili yok, oluşmadı, duygusal ve kültürel bir dil kullanıyor. Hakeza İYİP  kadrolarına da yansıyan milliyetçilik bu şemalardan beslenmiştir. Farkı yok! Tencerenin nasıl kaynayacağı hususunda bir fikirleri yok. Slogan ve şiirden, menkıbeden ibaret dağınık ve afazik bir söylem. Türk milliyetçiliği siyasi geleneğinin Bir ekonomi programı, Bir eğitim programı, Stratejik perspektifi Çevre ve ekoloji, sürüdürülebilir kalkınma Üretim ve paylaşım ilkeleri konularında ciddiye alınır bir fikirleri yok. Üretilenleri algılayıp adapte edecek kadar bile uyanıklık yok. Ama sorarsan tek eksik siyasi iradenin ellerinde olmaması. Bir iktidar olsunlar siz görürsünüz. Oysa ki 2002 de görmüştük en son. Bilim adamlara ve aydınlara “ola ki bizim masa ve sandalyemizi kaparlar”! kaygısıyla mesafeliler. TBMM siyasi partilerinin tamamı böyle. Sorunlaştıramıyor, sorunları ekonomi politik ve felsefi açıdan çözümleyemiyor. [Keza bu sorunlar diğer siyasi hareketlerde daha derindir/ konumuz milli cephe]Olana da itibar etmiyor/ kavrayamıyor da. Hâlen soğuk savaş ezberinin tesirinde. “Keçeye pala çalmak, testiye kurşun sıkmak” daha cazip zira.  Bu bilgiyi üreten zengin bir entelektüel damar Türk dünyasında olmasına rağmen aydınları ile bir türlü sağlıklı bir etkileşim ve bağ kuramadı/ kuramıyor. Bilenler geri duruyor, bilmeyenler yalınkılıç ön safta.  Garip ve sağlıksız bir durum. Sorunun içindeki ve tarafı ekipler sorunu çözmek iddiasında. Üstelik kadro, program ve siyasal dil açısından makyaj dışında esaslı bir yenileşme ihtiyacı hissetmeden. Nitelikli bilgi, o da yetmez çözümlemeye, nazari bir temellendirmeye ihtiyaç var. Bu eksikler giderilmelidir.! MHP geleneğindeki bu eksikleri görerek vaktiyle Meral Akşener önderliğindeki oluşuma ve muhalefete fikri destek veren aydınlar olarak gelinen noktadaki durumun MHP kadar hüzün verici olduğunu görmekteyiz.   Her iki parti de Neoliberal modele demir atmış durumdalar. Büyük bir yanılgıda ısrar etmektedirler. Bu tutumlarıyla hanımefendi ve arkadaşları Türkiye’yi çözümsüzlük ve çaresizlik algısı yaratarak   kilitliyorlar. Sorun yine çözülemedi. Milliyetçi dil yetersiz derken bizler, bir bütün olarak o zaman MHP’de üst düzeyde görev alan İyi Parti önderlik kadrosunu da kast etmiştik. Nitekim öğrenme şemaları ve kültürel kodları, refleksleri aynı. Bu süreçten bir özeleştiri ve yenilikçi perspektif çıkmasını geniş kesimler gibi bizler de arzu ettik. Lakin olamadı. Umarız gerekli dersler alınarak gerekli düzenlemeler yapılır. Toplumun açmış olduğu büyük kredi ve pozitif eğilim acemice heba edildi. BUNDAN SONRA TÜRKİYE SİYASETİNDE VATAN VE HÜRRİYET DİYEN SİYASAL HATLAR BELİRLEYİCİ OLACAKTIR Milliyetçilik denildiği zaman sert şiir okuma ve sert tokalaşma dışında da formlar olabileceğini, milli bir kitle partisi olunabileceğini kabullenemediler. Oysa ki Türkiye ‘de seçmenin 65’lik kısmı bugün farklı siyasi partilerde olsa da Müdafa’â-yi Hukuk diyebileceğimiz siyasal değerler kümesindedir. Bilimsel çalışma ve araştırmalar bunu net olarak ortaya koymuştur. İyi Parti maalesef bu gerçekliğe karşı sebebine tam anlayamadığımız bir garip halet-i ruhiye ile mesafe koydu. Olmayan çoktan değişmiş, AKP’ye  ye eklemlenmiş, “merkeze” kendini konumlandırarak sosyolojik bir tabana tutunamadı. Kentli orta sınıflara dayanan eğitimli, laik milli ve manevi değerlere hürmetkâr farklılıklara saygılı çoğulcu bir milli siyasal dil bugün Türkiye’nin en geniş paydasıdır. Nitekim son seçimlerde bunu gördük. Bundan sonra Türkiye siyasetinde Vatan ve Hürriyet diyen siyasal hatlar belirleyici olacaktır. Şahısların bir önemi yok, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın etrafında oluşan mutabakatta bunu gördük. Milliyetçiler İmamoğlu’na, Sosyalistler Yavaş’a tereddütsüz oy verdi. Türkiye odaklı bir muhalefet bütünleşmesi ve paydasına dayanan yeni bir siyaset rüşeym halindedir. Sayın Cumhurbaşkanı bunu gördü, Türkiye ittifakı olarak dillendirdi fakat bu siyaseti kuracak epistemolojik ilkelerin ait olduğu sosyolojiden ve siyasal gelenekten üretilmesi mümkün değil. Bu siyasal dil ve program, henüz ortada yoktur. Ekonomi politik bir dil kurmadan bunu başarmak mümkün değil. MHP tarafından temsil edilen milliyetçi perspektif, siyasal İslamcı çizgi ile milli beka denilen ve içeriğinde milli tek bir kelime olmayan, “Türk milliyetçisi kadrolara hiçbir şekilde yer verilmeyen” yaklaşım ile Türk milliyetçiliği siyasi tarihinin en ağır tablosu ve vebali  ile karşı karşıyadır. Siyasal İslamcılar güvece soğan doğrarken Türk milliyetçisi kadrolar devlet yönetiyordu. Akademideydi, kültür hayatındaydı oysa. Ne demek kadro istemezler.? Kadro bir ihsan mı? Liyakat ve adalet zemininde her yurttaş gibi Türk milliyetçileri de hak ettikleri nispette o mevkilerde yer almaları gerekir. 150 yılın milli hafızasını dışta tutarak milli bir devlet siyasetini ve aklını nasıl kuracaksınız? Bugün tek bir milliyetçi Atatürkçü geleneğe mensup rektör yok, müsteşar yok, ciddi bürokrat, vali yok ama “millü beğa” var. Bu kadar aydın ve uzmanın yer aldığı bir siyasal geleneğin tabanına yönelik ifade edilen, bilgi içeriği zayıf, muhtevası olmayan tahliller, üzüntü verici.  Özel harekatçı, uzman çavuş kadroları bizimdir, kimseye gaptırmayız! Orada ölüm var. Dünya cennetinde, yalnız ülkücüler, sıvasız, harabe evlerin çocukları  ölmek ister zira. “PETROLÜ KONTROL EDERSENİZ ÜLKELERİ, GIDAYI KONTROL EDERSENİZ İNSANLARI YÖNETİRSİNİZ” Milli beka, sırf FETÖ ile ilgili değildir. FETÖ buzdağının görünen yüzüdür. Sorun temelinde bir zihniyet sorunudur. Diğerlerinin anayasal sisteme bakışı, Türk tarihine, Atatürk’e bakışı FETÖ ile aynı bilgi evreninden beslenir. Beka tehdidi buradadır ve höt zötle giderilemez. Milli beka, ucuz patates, soğan, patlıcan, Ramazan gününde 20 TL’ye kıyma satabilmekle, çocuğa bisküvit alabilmekle alakalıdır özünde. Türk milleti tarihi boyunca bütün kuşatmalara karşı tarım ve hayvancılık potansiyeli ile direnebildi. Şimdi bu temel sarsılıyor, buradan ötesi yok! Kissinger boşuna  ”petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz” demiyor. Gıda ve jeopolitik ilişkisini bu kadar hafife almaya gelmez. Bu çözümü basit soruna  karşı çözüm üretemeyen siyasal kadronun milli beka çağrısını nasıl ciddiye alabiliriz.? Zor değil ki,  soran olsa bu tabloyu 1 yılda tersine çevirecek uzmanlık ve bilgi birikimi, çözümlemeler Türkiye’de mevcuttur. Uzmanı boş ver, bir çobana ve çiftçiye niçin üretemediğini sorsak çözümü hemen orada öğrenmemiz mümkündür. Bunu da dinlemiyorsunuz. Semerat Holding kafasında bu birikim yok, oradan beka stratejisi çıkartamayız. Peki ne yapacağız? Bizler Türkçüler bunu biliriz, ucuz numerolarla ikna olmayız. Milletleri krizden milliyetçi kadroları çıkartır. Wireless kulaklık, büyük telefon, ince gözlük ve parlak çketten başka birikimi olmayan profesyonel dağğvacılara “az soluklan, dinlen “ diyeceksiniz. Bunu yapmayarak suçlarına ortak oluyorsunuz. Milli mefkûrenin her konuda söyleyeceği sözleri vardır, yeter ki o sözleri ve literatürü bilen kadrolar olsun. Türk Milliyetçiliği mefkûresi kimsenin mülkü, mirası değildir. Aslolan mefkûredir. Dürümcü, kantinci, otopark, güveç, kurtlar vadisi, gizemli devlet haberleri, “bilmedüğünüz şeyler var gavede duydum”, perspektifi ve ekonomisi üniversal bir milliyetçilik, insani vatanperverlik, yurtseverlik için yetersizdir. Atsız büyük bir Türkolog ve edebiyatçı onu bize bıraktığı met,nler milli ruh cephemiz için vazgeçilmezdir. Lakin ondan miras kalan milliyetçilikten siyasal bir fikir ve perspektif, bir ekonomi politik tahlil bir stratejik vizyon  üretemeyiz. Tutarlı bir siyasal perspektifi ve derinliği  yoktur. O duygu cephemizin mimarıdır. Bugün Atsız şiiri okuyarak “milliyetçilik işte budur” diye avunmak hatta hatta “hava atmak”  hüzün vericidir. Milliyetçiliği demokrasiden, insan hakları hukukundan, çoğulculuktan, pozitif hukuktan, müzakere ve eleştiriden yalıtan anlayışlarla kaba bir despotizme ve hiyerarşik, otoriter saflaşmaya yuvarlanmak kaçınılmaz olur. *** Mevcut durumda ne nitelikli bilim var ne de metafizik, irfan ve manevi bilgi üretiliyor. Hepsi bir Kamacı kültürün izdüşümleri. Onları aşarak yeni bir epistemoloji veya nazari perspektif koymak gerekiyor. LAFLAR ÇAĞDAŞ DÜNYADAN EN AZ 40 YIL GERİDE Siyasi partiler üzerinden görünür kılınan tartışmada vasat çok düşük bütün kasa altı ekipler sahada. Siyasi partiler kanunu bu yüzden Türk siyasi hayatının ve kurumlarının en güçlü gizli mutabakatıdır. Arkalarında güçlü üniversiteler, akademik araştırma enstitüleri yok. Bilim adamları, entelektüellerin katkı sunacağı süreçlere kapalılar kıskançlar bu konuda, kasaba kurnazları örgütlü ve bütün sistemi tıkamış. Sisteme yeni bilgi ve oksijen girmediği için iklimin  bunaltıcı havası sistemi zehirliyor .Yavaş yavaş topluca intihar ediyoruz. Karbon monoksit zehirlenmesi gibi kimse farkında değil. Ne doğru dürüst sol bir program var, ne milli bir program ne de çağdaş muhafazakâr bir dil. Muhafazakârlıktan bunu beklemek haksızlık olur. Kasaba avukatlarından, profesyonel politikacılardan rahmet bekliyorlar. Mevcut bilgi evreni içinde kalınarak Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulunmaz. Bütün bilgi modelleri arkaik. Nazari bir temele dayanmayan ilmi işçilik, dedim dedi ve güncel olaylar ve kişiler üzerinden işleyen bir polemik düzeni fikir ve düşünce sanıyor. Yaygın görsel ve yazılı medya bunu pekiştiriyor. Bu kesik dansa karşı yeni bir şeyler söylemek lazım, balo salonunda diz vurarak horon oynamak istiyorlar. Zılgıt çekerek halay ya da….! Koyu ve kaba bir folklorizm bütün habitatı kuşatmış. Merkez medya ve havuz medyası, vuvuzela ekiplerinin anlamadıkları tablo budur. Dışımızda akan dünyanın kültür, bilim, sanat, eğitim anlayışı bilgi anlayışı köklü biçimde değişim ve dönüşüme uğramıştır. Türk siyaseti, sütçü beygiri gibi aynı fasit dairenin içinde dönüp duruyor ve buradan çözüm umuyor pek garip! MUHALEFETİN ÖNÜNDE YEPYENİ BİR TABLO VARDIR Evet bugün Türkiye’de muhalefetin önünde yepyeni bir tablo vardır. Şahsiyeti ve cemiyeti eksen alan, hürriyetçi, hukukun üstünlüğünü esas alan bir siyasi mutabakat zarureti ortadadır. Kimsesi olamayanların kimsesiz Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırarak bir eğitim ve üretim seferberliğine geçme zarureti ortadadır. Türkiye her anlamda gecikiyor. Mevcut konvansiyonel üretim süreçleri bitiyor bilgiye dayalı yepyeni bir üretim ve toplum modeli şekilleniyor. Yeni finansal araçlar ve yatırım modelleri bilinmiyor. Türkiye güncel teknolojiden bile haberdar değil. Bu süreci ıskalamadan yakalamak mecburiyeti var. Müdafa’â-yi Hukuk blokunun bütününün 60 blokunu kapsaması buna odaklanılması gerekir. Müdafa’â-yi Hukuk; bugün emeği, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, nitelikli bir eğitim düzenini, adaleti, yurttaş hukukunu, aydınlanma ideallerini, Türkiye’nin bağımsızlığını ve iradesini, pörsüyen, yok sayılan hukukunu savunmaktır. Bu hatta sağıyla, soluyla, muhafazakârıyla bütün milli demokratik devrim birikimi bir arada olabilir. Türklerin Maveraünnhir’de Harezm Akademisi ile 10-12.yüzyıllarda kurduğu medeniyeti 2019 yılında bilim, bilgi ve tarih şuuru, rafine bir irfan ve metafizikle yeniden kurma kaygısı gerçekçidir. Türk dünyasında Türk milliyetçiliği yüzyılın başındaki kamucu, halkçı, demokratik gelenekle yeniden buluşuyor. Kazakistan’da Alaş Orda çok geniş manada ele alınıyor, sempozyumlar düzenleniyor. Diğer Türk ülkelerinde de benzer eğilimler güçlü. Zira eleştiri üretim ve yenileme için son derece önemli. İnsan odaklı, ekopolitik hassasiyetleri olan, ekonominin insanı ve toplumu değiştirip dönüştüren bir araç olduğu ve bu anlamda devletin düzenleyici parametreleri olması gerektiğine inanan üretimi de bölüşümü de aynı hassasiyetle dikkate alan bir ekonomik anlayış, müzakereci, halkçı bir demokrasi, kimsesizlerin kimsesi bir cumhuriyet, keşkesiz ve amasız bir hukuk düzeni, yurttaş hukukunun sözde değil çağdaş içeriği ve tarihsel müktesebatı ile dikkate alınacağı bir siyaset felsefesi” en gerçekçi ve realist siyasal program olarak ortadadır Bir epistemolojik kopuş gerekiyor. Epistemolojik kopuş, Gaston Bachelard’ın bilgi felsefesine kattığı en önemli kavramdır. Bir olguyu incelerken daha önce benimsenen konumlanma noktasının, kavram setlerinin ve yöntemin terk edilip, yerine başkalarının ikame edilmesini ifade eder. [Yani, yeni bir siyaset ve siyasal dil dediğimizde cümbür cemaat büyük telefonlu parlak çeketli eski düzenin adamlarını, hanımlarını toplayıp çözüm bulamazsınız demek, bunu terk edeceksiniz].  Bachelard, örnek olarak elektrik lambası üstünde durur. Akkor telli elektrik kablosunu kuran teknik, 19. Yüzyıla kadar bütün insanlığın kullanmış olduğu aydınlatma tekniklerinden gerçekten kopmuştur. “Bütün eski tekniklerde aydınlatmak için bir maddeyi yakmak gerekir. Edison’un lambasında, teknik marifet bir maddenin yanmasını önlemededir. Eski teknik bir yanma tekniğidir. Yeni teknikse bir yanmama tekniğidir.”  Bugüne kadar yapageldiklerimizle sorunu aşamıyor ve kuşatamıyorsak durduğumuz yeri, bakış açımızı değiştirmek, yeni bir konfigürasyona uğratmak, belki de tersyüz etmek gerekir… Kuhn, farklı bir bağlamda iflas eden açıklama modelinin, paradigmanın aşılması der. Kant, Kopernik devrimi der. Bir bilinç sıçraması ile aşmak gerekiyor! Esasen Türk kültür tarihinde sorunların çözülemez ana geldiğinde benim “bilinç sıçraması” dediğim duruma pek çok rastlanır. Oğuznamedeki “Tepegöz sendromuna”, Basat’ın bulduğu çözüm bir bilinç sıçramasıdır, epistemolojik kopuştur. Kaşgarlı’nın Türkler ve Türkçe üzerinden hadisleri delil göstererek yaptığı yeni siyaset felsefesi, çözümlemesi bir bilinç sıçramasıdır. Dede Korkut Oğuznamesindeki, “Basat’ın Tepegözü Öldürdüğü Boyu” hatırlayalım. Basat’ın Tepegözü alt etmesi, bilindik bütün usulleri deneyip başarılı olamayınca paradigma değiştirerek, Tepegözü “kamayla” değil, kızgın şişle en zayıf noktasından öldürür. Bu bize çok önemli bir mesaj verir. Demek ki kama, çağa göre değişecek, bugünün kaması ışın kılıcı olsun (lazer pointer) mesela. TÜRKLÜK, 5000 YILLIK TARİHİNİN EN KRİTİK DÖNÜM NOKTALARINDAN BİRİSİNDEDİR Türk milli mefkûresi ve Türkiye, Türk dünyası Basat sendromu ile maluldur. Aşılması için eleştirel akıl, bilginin hakemliği ve müzakereci demokratik anlayış bütün topluma hukuk ve adalet teklifi gerekir. Bu süreç ve mekanizmalara ulaşacak adımları atmaktır. Din perdesi adı altında bedeviliğin Türklüğü, Türk maneviyatının tasfiyesi ile karşı karşıyayız. Ben ve Türkçü gelenekteki arkadaşlarımız, yeri geldiğinde marjinalleşmiş tarihsel işlevini ve misyonunu tamamlamış, köhnemiş müesseselerin FETÖ’den bin beter dertler açacağından hiç kuşku duymuyoruz. İnsan odaklı, ekolojik duyarlılıklı, etik, estetik, maneviyata hürmetkâr, değer üreten, XXI. yüzyılın eşiğinde kozmik şuurun güncellenmesi ve çağla kucaklaşmış, onu telif eden bir manevi tecrübenin üretilmesi için bu reform kaçınılmazdır. Sosyal ve kültürel müesseseler, yeni ihtiyaçlara uygun gerekli değişimleri yapamadıkları, işlevlerini tamamladıklarında yaşamdan çekilmedikleri zaman, pis su birikintisi gibi sürekli olarak mikrop üretirler. Bu ülkede hâlâ bir hikmet-i hükumet/estabilishment/raison d’être, “derin devlet aklı” varsa, ıhlamur içip kuru erik yerken bu konuyu bir düşünsünler. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne taşınmamak için bu reform kaçınılmazdır. Bu kadar mühimdir. Türk kültür havzası perspektifini, Türk kültürünün varlık anlayışını ona bağlı olarak yeni epistemolojiyi dinlemeden, kavramadan ve bir büyük jeopolitik felsefeye dönüştürmeden, bu yönelişin başarı şansını zayıf görüyorum. Tür devleti belediyeden gelen kadrolarla yönetilemez. Sayın Tayyip Erdoğan’ın ve  kadrosuyla bunu en müşahhas şekilde test ederek yaşadık. Türk devletinde devlet yöneten sınıflar, mülkiye, askeriye, ilmiye (dahiliye, hariciye, maliye, askeriye, ilmiyye) sınıflarından ehliyet ve liyakatla yetişir. Ömründe bir gün memuriyeti olmayan, bir siyasal perspektifi, bir fikri entelektüel birikimi olmayan  “belediye reyizi” Türk devletine perspektif ve yön çizemez.  Erbakan Hoca’nın deyimiyle “devlet yönetimi” “çoluk çocuk işi değildir”. Marul dikip, tarla duvarı, park ,bahçe, altyapı onların görevi. Halk bunun için oy verdi.Büyükşehir Reyizliğinden devlet başkanlığına heves eden arkadaşlara ve seçmenlerine bunu hatırlatalım. Korkuya yer yok! Türkiye’nin bütün sorunlarının bilimsel yöntem ve düşünceye uygun çözümleri vardır.   Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ
Tüm Türklüğün Türkçüler gününü tebrik ederim. Hüseyin Nihal Atsız ve mücadele arkadaşlarını saygı ve rahmetle yâd ediyorum.

Bu önemli gün vesileyle Türk milliyetçiliğinin bugün içinde bulunduğu durumla ilgili kısa bir değerlendirme, özeleştiri yapmak istiyorum.

Bugün herkes “ağdalı sözlerle” birbirinden güzel sosyal medya görselleriyle Türkçüler gününü kutluyorlar, haklarıdır. Lakin bu kutlamaların hiçbirinde Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşlarının 1944 sürecindeki “muhalif duruşlarının” bugün için ne anlam ifade ettiği konusunda bir bilinç yok.

Andımızın yasaklandığı, milli mücadele kahramanın isminin okullardan silindiği, Türk tarihiyle ilgili pek çok bilim dışı iddianın eğitim müfredatlarına doldurulduğu, ekonominin duvara dayandığı  bir süreçte milliyetçiler haricen de  olsa iktidardalar. Muhtemelen bugün yine Türkçüler gününü tarihsel bağlam ve anlamından kopuk olarak Milliyetçiler günü olarak kutlayacaklar.

Türk milliyetçisi aydınlar, (diplomalılar, kariyerliler demek daha doğru aydın kavramının içeriğini yansıtacak isimler bir elin parmaklarını geçmez Milliyetçi camiada) sahada yoklar, ölü taklidi yapıyorlar adeta, sonra da sert şiirlerle Atsız’a öykünüyorlar. (Giden mektup, Gelen mektup, Bozkurtlar romanını okudun mu gardaş üzerinden) Ne kadar ciddiye alabiliriz?

Hiçbir entelektüel tavrı ve duruşu yok.

Yüzyılın başında Türk milliyetçiliği hareketi, üç kıtada çok büyük bir teori ve pratik aksiyon üretti. Bu sayede Britanya İmparatorluğu’nun ve Çarlık Rusya’sının çöküşünde önemli roller oynadı. Avrasya’nın temel dinamiklerini belirledi. Türkçülüğün partili tarihi 130 yıla ulaşmıştır. [ITC=İttihat ve Terakki Cemiyeti]1889 ‘dur. Bu cümleden olmak üzere, Müsavat Partisi öncülüğünde Kafkasya’da Mehmet Emin Resulzade önderliğinde örgütlenen Türk milliyetçileri 28 Mayıs 1918’da laik, demokratik esaslara bağlı olarak Doğu İslam ve Türk dünyasında ilk bağımsız Cumhuriyetini kurmuş oldular. 1912 Batı Trakya Türk Cumhuriyeti [kısa süreli bir diğer deneyimdir], 1923 Türkiye Cumhuriyeti keza aynı fikri entelektüel siyasi geleneğin, bu büyük tecrübe silsilesinin bir birikimidir. Bu fikri ve siyasi gelenek, 1905 yılında Türkistan’da başlayan Alaş Orda hareketi ve 1917-1920 yılları arasında eski Kazak cüzleri bir araya gelerek bağımsız “Alaş Orda Devleti”ni kurdular. Hükümet Başkanı, Alihan Bökeyhan, başkenti Semey olan bu devlet üç yıl yaşayabildi. 

Yani popüler kültürde zannedildiği gibi Türkçülük ve Türk milliyetçiliği 1969’da MHP ile başlamadı. O zincirin en son halkasıdır.

Türkiye’nin son 150 yılındaki bütün kazanımlarında, birikiminde, harcında Türk milliyetçilerinin emeği ve alın teri vardır. Bu anlamda Türkçülük yüzyılın başında hem kamucu ve halkçı, hem de sosyalist gelenekle çok yakından irtibatlıdır. Türkçülük içerisindeki ana eğilimlerden biri bu kanaldan gelir. Nitekim Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk de Türkçü  geleneğe bağlılığını çok çarpıcı bir biçimde ifade eder.

“Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.” 

Bu vesileyle 3 Mayıs Türkçüler gününü tebrik ediyorum.

3 Mayıs tarih içerisinde milli mefkûrenin ileri yürüyüşünün, mücadele geleneğinin önemli aşamalarından biridir. Yaşanmış ve etrafında yerli yabancı literatür oluşmuş milli hafızada yer edinmiş bir gün etrafında “şu günü bu günü” gibi garip polemikler oluşturmak doğru değildir. Buna kimsenin hak ve yetkisi yoktur. 150 yıllık milli mefkûre yolu kimsenin malı ve müktesebi değildir.

Türk milliyetçiliği teori ve pratikte büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Akademik, entelektüel gelenek, sivil toplum ve siyasi kanat birbirinden alabildiğine uzaktadır. Oluşan bilgi ve düşünceler diğer siyasi geleneklerde olduğu gibi  pratiğe, siyasal alana yansımıyor.

BUGÜN MİLLİYETÇİ  GELENEĞİNİN SİYASİ DİLİ YOK

Milli cephenin siyasal tasavvuru ve bilinci 1969 öncesine taşamıyor [Osmanlı, Abdülhamit, kurt, kımız, kopuz, bir fotoğraf ve form olarak Türk dünyası, gibi mitik motifler hariç]. Soğuk savaşın dar dünyasında debeleniliyor. Yüzyılın başında üç kıtada üç devlet kuran yüzyılı şekillendiren milli demokratik, kamucu, kültür ve insan odaklı anlayışla eklemlenemiyor. Pozitif hukukun önemi konusunda bile tereddütler yaşayan, lâik olunmaktan örtük bir mahcubiyet duyan, NFK’dan, Ahmet Arvasi’den  milli bakış üretmeye meyyal, kış ortası Mekke fethi kutlamaya kadar savrulan bir tereddütler dünyası mevcut. 

Türkiye ‘de yeni milli tabanın sosyolojik ve siyasal talepleri ile siyasal temsil kadrolarının yeknesaklığı, tutum ve dünyaları örtüşmüyor. Gayserili Hacı Amca’nın sohbet dünyasında, 1979’da Ocak’ da sert şekilde tokalaşmada donan, Ergenekon tablosuna milli bir romantizmle bağlı, cezaevi hatırlarından tefekkür üreten bir başka versiyonu yanıbaşında. 1980’de doğanlar 41 yaşında oysa.! Arvasi hocanın kavram, temellendirme ve sistem, çözümleme olmayan menakıp tadındaki nasihat ve öğütleri ancak ve ancak gençliği siyasal İslamcı kültür ve gelenek karşıtı başkalaşmadan koruyabilirdi, o işlevini yerine getirdi 2021’de size ahlaki ve irfani zenginlik dışında herhangi bir cevap veremez bunu görmek lazım/ görülemiyor o yapıda.

Muhalif ve muvafık aynı bu konuda. 

Yepyeni bir siyasal dile ihtiyaç var. MHP geleneğinin [bütünüyle] siyasi dili yok, oluşmadı, duygusal ve kültürel bir dil kullanıyor.

Hakeza İYİP  kadrolarına da yansıyan milliyetçilik bu şemalardan beslenmiştir.

Farkı yok!

Tencerenin nasıl kaynayacağı hususunda bir fikirleri yok.

Slogan ve şiirden, menkıbeden ibaret dağınık ve afazik bir söylem.

Türk milliyetçiliği siyasi geleneğinin

Bir ekonomi programı,

Bir eğitim programı,

Stratejik perspektifi

Çevre ve ekoloji, sürüdürülebilir kalkınma

Üretim ve paylaşım ilkeleri konularında ciddiye alınır bir fikirleri yok.

Üretilenleri algılayıp adapte edecek kadar bile uyanıklık yok.

Ama sorarsan tek eksik siyasi iradenin ellerinde olmaması. Bir iktidar olsunlar siz görürsünüz. Oysa ki 2002 de görmüştük en son.

Bilim adamlara ve aydınlara “ola ki bizim masa ve sandalyemizi kaparlar”! kaygısıyla mesafeliler. TBMM siyasi partilerinin tamamı böyle.

Sorunlaştıramıyor, sorunları ekonomi politik ve felsefi açıdan çözümleyemiyor. [Keza bu sorunlar diğer siyasi hareketlerde daha derindir/ konumuz milli cephe]Olana da itibar etmiyor/ kavrayamıyor da. Hâlen soğuk savaş ezberinin tesirinde.

“Keçeye pala çalmak, testiye kurşun sıkmak” daha cazip zira. 

Bu bilgiyi üreten zengin bir entelektüel damar Türk dünyasında olmasına rağmen aydınları ile bir türlü sağlıklı bir etkileşim ve bağ kuramadı/ kuramıyor.

Bilenler geri duruyor, bilmeyenler yalınkılıç ön safta. 

Garip ve sağlıksız bir durum.

Sorunun içindeki ve tarafı ekipler sorunu çözmek iddiasında. Üstelik kadro, program ve siyasal dil açısından makyaj dışında esaslı bir yenileşme ihtiyacı hissetmeden. Nitelikli bilgi, o da yetmez çözümlemeye, nazari bir temellendirmeye ihtiyaç var.

Bu eksikler giderilmelidir.!

MHP geleneğindeki bu eksikleri görerek vaktiyle Meral Akşener önderliğindeki oluşuma ve muhalefete fikri destek veren aydınlar olarak gelinen noktadaki durumun MHP kadar hüzün verici olduğunu görmekteyiz.  

Her iki parti de Neoliberal modele demir atmış durumdalar.

Büyük bir yanılgıda ısrar etmektedirler.

Bu tutumlarıyla hanımefendi ve arkadaşları Türkiye’yi çözümsüzlük ve çaresizlik algısı yaratarak   kilitliyorlar.

Sorun yine çözülemedi. Milliyetçi dil yetersiz derken bizler, bir bütün olarak o zaman MHP’de üst düzeyde görev alan İyi Parti önderlik kadrosunu da kast etmiştik. Nitekim öğrenme şemaları ve kültürel kodları, refleksleri aynı. Bu süreçten bir özeleştiri ve yenilikçi perspektif çıkmasını geniş kesimler gibi bizler de arzu ettik. Lakin olamadı. Umarız gerekli dersler alınarak gerekli düzenlemeler yapılır.

Toplumun açmış olduğu büyük kredi ve pozitif eğilim acemice heba edildi.

BUNDAN SONRA TÜRKİYE SİYASETİNDE VATAN VE HÜRRİYET DİYEN SİYASAL HATLAR BELİRLEYİCİ OLACAKTIR

Milliyetçilik denildiği zaman sert şiir okuma ve sert tokalaşma dışında da formlar olabileceğini, milli bir kitle partisi olunabileceğini kabullenemediler.

Oysa ki Türkiye ‘de seçmenin 65’lik kısmı bugün farklı siyasi partilerde olsa da Müdafa’â-yi Hukuk diyebileceğimiz siyasal değerler kümesindedir. Bilimsel çalışma ve araştırmalar bunu net olarak ortaya koymuştur. İyi Parti maalesef bu gerçekliğe karşı sebebine tam anlayamadığımız bir garip halet-i ruhiye ile mesafe koydu. Olmayan çoktan değişmiş, AKP’ye  ye eklemlenmiş, “merkeze” kendini konumlandırarak sosyolojik bir tabana tutunamadı. Kentli orta sınıflara dayanan eğitimli, laik milli ve manevi değerlere hürmetkâr farklılıklara saygılı çoğulcu bir milli siyasal dil bugün Türkiye’nin en geniş paydasıdır. Nitekim son seçimlerde bunu gördük. Bundan sonra Türkiye siyasetinde Vatan ve Hürriyet diyen siyasal hatlar belirleyici olacaktır. Şahısların bir önemi yok, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın etrafında oluşan mutabakatta bunu gördük. Milliyetçiler İmamoğlu’na, Sosyalistler Yavaş’a tereddütsüz oy verdi. Türkiye odaklı bir muhalefet bütünleşmesi ve paydasına dayanan yeni bir siyaset rüşeym halindedir. Sayın Cumhurbaşkanı bunu gördü, Türkiye ittifakı olarak dillendirdi fakat bu siyaseti kuracak epistemolojik ilkelerin ait olduğu sosyolojiden ve siyasal gelenekten üretilmesi mümkün değil.

Bu siyasal dil ve program, henüz ortada yoktur.

Ekonomi politik bir dil kurmadan bunu başarmak mümkün değil.

MHP tarafından temsil edilen milliyetçi perspektif, siyasal İslamcı çizgi ile milli beka denilen ve içeriğinde milli tek bir kelime olmayan, “Türk milliyetçisi kadrolara hiçbir şekilde yer verilmeyen” yaklaşım ile Türk milliyetçiliği siyasi tarihinin en ağır tablosu ve vebali  ile karşı karşıyadır. Siyasal İslamcılar güvece soğan doğrarken Türk milliyetçisi kadrolar devlet yönetiyordu. Akademideydi, kültür hayatındaydı oysa. Ne demek kadro istemezler.? Kadro bir ihsan mı? Liyakat ve adalet zemininde her yurttaş gibi Türk milliyetçileri de hak ettikleri nispette o mevkilerde yer almaları gerekir. 150 yılın milli hafızasını dışta tutarak milli bir devlet siyasetini ve aklını nasıl kuracaksınız?

Bugün tek bir milliyetçi Atatürkçü geleneğe mensup rektör yok, müsteşar yok, ciddi bürokrat, vali yok ama “millü beğa” var. Bu kadar aydın ve uzmanın yer aldığı bir siyasal geleneğin tabanına yönelik ifade edilen, bilgi içeriği zayıf, muhtevası olmayan tahliller, üzüntü verici.

 Özel harekatçı, uzman çavuş kadroları bizimdir, kimseye gaptırmayız!

Orada ölüm var. Dünya cennetinde, yalnız ülkücüler, sıvasız, harabe evlerin çocukları  ölmek ister zira.

“PETROLÜ KONTROL EDERSENİZ ÜLKELERİ, GIDAYI KONTROL EDERSENİZ İNSANLARI YÖNETİRSİNİZ”

Milli beka, sırf FETÖ ile ilgili değildir. FETÖ buzdağının görünen yüzüdür. Sorun temelinde bir zihniyet sorunudur. Diğerlerinin anayasal sisteme bakışı, Türk tarihine, Atatürk’e bakışı FETÖ ile aynı bilgi evreninden beslenir. Beka tehdidi buradadır ve höt zötle giderilemez.

Milli beka, ucuz patates, soğan, patlıcan, Ramazan gününde 20 TL’ye kıyma satabilmekle, çocuğa bisküvit alabilmekle alakalıdır özünde. Türk milleti tarihi boyunca bütün kuşatmalara karşı tarım ve hayvancılık potansiyeli ile direnebildi. Şimdi bu temel sarsılıyor, buradan ötesi yok! Kissinger boşuna  ”petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz” demiyor. Gıda ve jeopolitik ilişkisini bu kadar hafife almaya gelmez.

Bu çözümü basit soruna  karşı çözüm üretemeyen siyasal kadronun milli beka çağrısını nasıl ciddiye alabiliriz.?

Zor değil ki,  soran olsa bu tabloyu 1 yılda tersine çevirecek uzmanlık ve bilgi birikimi, çözümlemeler Türkiye’de mevcuttur. Uzmanı boş ver, bir çobana ve çiftçiye niçin üretemediğini sorsak çözümü hemen orada öğrenmemiz mümkündür. Bunu da dinlemiyorsunuz. Semerat Holding kafasında bu birikim yok, oradan beka stratejisi çıkartamayız. Peki ne yapacağız?

Bizler Türkçüler bunu biliriz, ucuz numerolarla ikna olmayız.

Milletleri krizden milliyetçi kadroları çıkartır.

Wireless kulaklık, büyük telefon, ince gözlük ve parlak çketten başka birikimi olmayan profesyonel dağğvacılara “az soluklan, dinlen “ diyeceksiniz.

Bunu yapmayarak suçlarına ortak oluyorsunuz.

Milli mefkûrenin her konuda söyleyeceği sözleri vardır, yeter ki o sözleri ve literatürü bilen kadrolar olsun.

Türk Milliyetçiliği mefkûresi kimsenin mülkü, mirası değildir. Aslolan mefkûredir.

Dürümcü, kantinci, otopark, güveç, kurtlar vadisi, gizemli devlet haberleri, “bilmedüğünüz şeyler var gavede duydum”, perspektifi ve ekonomisi üniversal bir milliyetçilik, insani vatanperverlik, yurtseverlik için yetersizdir.

Atsız büyük bir Türkolog ve edebiyatçı onu bize bıraktığı met,nler milli ruh cephemiz için vazgeçilmezdir. Lakin ondan miras kalan milliyetçilikten siyasal bir fikir ve perspektif, bir ekonomi politik tahlil bir stratejik vizyon  üretemeyiz.

Tutarlı bir siyasal perspektifi ve derinliği  yoktur.

O duygu cephemizin mimarıdır.

Bugün Atsız şiiri okuyarak “milliyetçilik işte budur” diye avunmak hatta hatta “hava atmak”  hüzün vericidir.

Milliyetçiliği demokrasiden, insan hakları hukukundan, çoğulculuktan, pozitif hukuktan, müzakere ve eleştiriden yalıtan anlayışlarla kaba bir despotizme ve hiyerarşik, otoriter saflaşmaya yuvarlanmak kaçınılmaz olur.

***

Mevcut durumda ne nitelikli bilim var ne de metafizik, irfan ve manevi bilgi üretiliyor.

Hepsi bir Kamacı kültürün izdüşümleri.

Onları aşarak yeni bir epistemoloji veya nazari perspektif koymak gerekiyor.

LAFLAR ÇAĞDAŞ DÜNYADAN EN AZ 40 YIL GERİDE

Siyasi partiler üzerinden görünür kılınan tartışmada vasat çok düşük bütün kasa altı ekipler sahada. Siyasi partiler kanunu bu yüzden Türk siyasi hayatının ve kurumlarının en güçlü gizli mutabakatıdır. Arkalarında güçlü üniversiteler, akademik araştırma enstitüleri yok. Bilim adamları, entelektüellerin katkı sunacağı süreçlere kapalılar kıskançlar bu konuda, kasaba kurnazları örgütlü ve bütün sistemi tıkamış.

Sisteme yeni bilgi ve oksijen girmediği için iklimin  bunaltıcı havası sistemi zehirliyor .Yavaş yavaş topluca intihar ediyoruz. Karbon monoksit zehirlenmesi gibi kimse farkında değil.

Ne doğru dürüst sol bir program var, ne milli bir program ne de çağdaş muhafazakâr bir dil. Muhafazakârlıktan bunu beklemek haksızlık olur.

Kasaba avukatlarından, profesyonel politikacılardan rahmet bekliyorlar.

Mevcut bilgi evreni içinde kalınarak Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulunmaz.

Bütün bilgi modelleri arkaik.

Nazari bir temele dayanmayan ilmi işçilik, dedim dedi ve güncel olaylar ve kişiler üzerinden işleyen bir polemik düzeni fikir ve düşünce sanıyor.

Yaygın görsel ve yazılı medya bunu pekiştiriyor.

Bu kesik dansa karşı yeni bir şeyler söylemek lazım, balo salonunda diz vurarak horon oynamak istiyorlar. Zılgıt çekerek halay ya da….!

Koyu ve kaba bir folklorizm bütün habitatı kuşatmış.

Merkez medya ve havuz medyası, vuvuzela ekiplerinin anlamadıkları tablo budur.

Dışımızda akan dünyanın kültür, bilim, sanat, eğitim anlayışı bilgi anlayışı köklü biçimde değişim ve dönüşüme uğramıştır. Türk siyaseti, sütçü beygiri gibi aynı fasit dairenin içinde dönüp duruyor ve buradan çözüm umuyor pek garip!

MUHALEFETİN ÖNÜNDE YEPYENİ BİR TABLO VARDIR

Evet bugün Türkiye’de muhalefetin önünde yepyeni bir tablo vardır. Şahsiyeti ve cemiyeti eksen alan, hürriyetçi, hukukun üstünlüğünü esas alan bir siyasi mutabakat zarureti ortadadır. Kimsesi olamayanların kimsesiz Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırarak bir eğitim ve üretim seferberliğine geçme zarureti ortadadır. Türkiye her anlamda gecikiyor. Mevcut konvansiyonel üretim süreçleri bitiyor bilgiye dayalı yepyeni bir üretim ve toplum modeli şekilleniyor. Yeni finansal araçlar ve yatırım modelleri bilinmiyor. Türkiye güncel teknolojiden bile haberdar değil. Bu süreci ıskalamadan yakalamak mecburiyeti var.

Müdafa’â-yi Hukuk blokunun bütününün 60 blokunu kapsaması buna odaklanılması gerekir.

Müdafa’â-yi Hukuk; bugün emeği, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, nitelikli bir eğitim düzenini, adaleti, yurttaş hukukunu, aydınlanma ideallerini, Türkiye’nin bağımsızlığını ve iradesini, pörsüyen, yok sayılan hukukunu savunmaktır. Bu hatta sağıyla, soluyla, muhafazakârıyla bütün milli demokratik devrim birikimi bir arada olabilir. Türklerin Maveraünnhir’de Harezm Akademisi ile 10-12.yüzyıllarda kurduğu medeniyeti 2019 yılında bilim, bilgi ve tarih şuuru, rafine bir irfan ve metafizikle yeniden kurma kaygısı gerçekçidir.

Türk dünyasında Türk milliyetçiliği yüzyılın başındaki kamucu, halkçı, demokratik gelenekle yeniden buluşuyor. Kazakistan’da Alaş Orda çok geniş manada ele alınıyor, sempozyumlar düzenleniyor. Diğer Türk ülkelerinde de benzer eğilimler güçlü.

Zira eleştiri üretim ve yenileme için son derece önemli.

İnsan odaklı, ekopolitik hassasiyetleri olan, ekonominin insanı ve toplumu değiştirip dönüştüren bir araç olduğu ve bu anlamda devletin düzenleyici parametreleri olması gerektiğine inanan üretimi de bölüşümü de aynı hassasiyetle dikkate alan bir ekonomik anlayış, müzakereci, halkçı bir demokrasi, kimsesizlerin kimsesi bir cumhuriyet, keşkesiz ve amasız bir hukuk düzeni, yurttaş hukukunun sözde değil çağdaş içeriği ve tarihsel müktesebatı ile dikkate alınacağı bir siyaset felsefesi” en gerçekçi ve realist siyasal program olarak ortadadır

Bir epistemolojik kopuş gerekiyor.

Epistemolojik kopuş, Gaston Bachelard’ın bilgi felsefesine kattığı en önemli kavramdır. Bir olguyu incelerken daha önce benimsenen konumlanma noktasının, kavram setlerinin ve yöntemin terk edilip, yerine başkalarının ikame edilmesini ifade eder. [Yani, yeni bir siyaset ve siyasal dil dediğimizde cümbür cemaat büyük telefonlu parlak çeketli eski düzenin adamlarını, hanımlarını toplayıp çözüm bulamazsınız demek, bunu terk edeceksiniz]. 

Bachelard, örnek olarak elektrik lambası üstünde durur. Akkor telli elektrik kablosunu kuran teknik, 19. Yüzyıla kadar bütün insanlığın kullanmış olduğu aydınlatma tekniklerinden gerçekten kopmuştur. “Bütün eski tekniklerde aydınlatmak için bir maddeyi yakmak gerekir. Edison’un lambasında, teknik marifet bir maddenin yanmasını önlemededir. Eski teknik bir yanma tekniğidir. Yeni teknikse bir yanmama tekniğidir.” 

Bugüne kadar yapageldiklerimizle sorunu aşamıyor ve kuşatamıyorsak durduğumuz yeri, bakış açımızı değiştirmek, yeni bir konfigürasyona uğratmak, belki de tersyüz etmek gerekir…

Kuhn, farklı bir bağlamda iflas eden açıklama modelinin, paradigmanın aşılması der.

Kant, Kopernik devrimi der.

Bir bilinç sıçraması ile aşmak gerekiyor!

Esasen Türk kültür tarihinde sorunların çözülemez ana geldiğinde benim “bilinç sıçraması” dediğim duruma pek çok rastlanır. Oğuznamedeki “Tepegöz sendromuna”, Basat’ın bulduğu çözüm bir bilinç sıçramasıdır, epistemolojik kopuştur. Kaşgarlı’nın Türkler ve Türkçe üzerinden hadisleri delil göstererek yaptığı yeni siyaset felsefesi, çözümlemesi bir bilinç sıçramasıdır.

Dede Korkut Oğuznamesindeki, “Basat’ın Tepegözü Öldürdüğü Boyu” hatırlayalım. Basat’ın Tepegözü alt etmesi, bilindik bütün usulleri deneyip başarılı olamayınca paradigma değiştirerek, Tepegözü “kamayla” değil, kızgın şişle en zayıf noktasından öldürür. Bu bize çok önemli bir mesaj verir. Demek ki kama, çağa göre değişecek, bugünün kaması ışın kılıcı olsun (lazer pointer) mesela.

TÜRKLÜK, 5000 YILLIK TARİHİNİN EN KRİTİK DÖNÜM NOKTALARINDAN BİRİSİNDEDİR

Türk milli mefkûresi ve Türkiye, Türk dünyası Basat sendromu ile maluldur. Aşılması için eleştirel akıl, bilginin hakemliği ve müzakereci demokratik anlayış bütün topluma hukuk ve adalet teklifi gerekir. Bu süreç ve mekanizmalara ulaşacak adımları atmaktır.

Din perdesi adı altında bedeviliğin Türklüğü, Türk maneviyatının tasfiyesi ile karşı karşıyayız. Ben ve Türkçü gelenekteki arkadaşlarımız, yeri geldiğinde marjinalleşmiş tarihsel işlevini ve misyonunu tamamlamış, köhnemiş müesseselerin FETÖ’den bin beter dertler açacağından hiç kuşku duymuyoruz.

İnsan odaklı, ekolojik duyarlılıklı, etik, estetik, maneviyata hürmetkâr, değer üreten, XXI. yüzyılın eşiğinde kozmik şuurun güncellenmesi ve çağla kucaklaşmış, onu telif eden bir manevi tecrübenin üretilmesi için bu reform kaçınılmazdır.

Sosyal ve kültürel müesseseler, yeni ihtiyaçlara uygun gerekli değişimleri yapamadıkları, işlevlerini tamamladıklarında yaşamdan çekilmedikleri zaman, pis su birikintisi gibi sürekli olarak mikrop üretirler.

Bu ülkede hâlâ bir hikmet-i hükumet/estabilishment/raison d’être, “derin devlet aklı” varsa, ıhlamur içip kuru erik yerken bu konuyu bir düşünsünler.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne taşınmamak için bu reform kaçınılmazdır. Bu kadar mühimdir.

Türk kültür havzası perspektifini, Türk kültürünün varlık anlayışını ona bağlı olarak yeni epistemolojiyi dinlemeden, kavramadan ve bir büyük jeopolitik felsefeye dönüştürmeden, bu yönelişin başarı şansını zayıf görüyorum.

Tür devleti belediyeden gelen kadrolarla yönetilemez. Sayın Tayyip Erdoğan’ın ve  kadrosuyla bunu en müşahhas şekilde test ederek yaşadık. Türk devletinde devlet yöneten sınıflar, mülkiye, askeriye, ilmiye (dahiliye, hariciye, maliye, askeriye, ilmiyye) sınıflarından ehliyet ve liyakatla yetişir. Ömründe bir gün memuriyeti olmayan, bir siyasal perspektifi, bir fikri entelektüel birikimi olmayan  “belediye reyizi” Türk devletine perspektif ve yön çizemez.  Erbakan Hoca’nın deyimiyle “devlet yönetimi” “çoluk çocuk işi değildir”. Marul dikip, tarla duvarı, park ,bahçe, altyapı onların görevi. Halk bunun için oy verdi.Büyükşehir Reyizliğinden devlet başkanlığına heves eden arkadaşlara ve seçmenlerine bunu hatırlatalım.

Korkuya yer yok! Türkiye’nin bütün sorunlarının bilimsel yöntem ve düşünceye uygun çözümleri vardır.

 

Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve tekhabergazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.